Gezip görmeyi farklı kültürleri tanımayı eskilerden beri pek severim bunun içinde öyle ülke ülke gezmeninde gerekli olmadığını düşünüyorum. Devr-i aleme yaşadığımız ülkeden de başlayabiliriz... Söz meclisten dışarı çoğumuz yanı başındaki şehirleri bile görmemişken yurtdışı merakını anlamsız bulduğumu da buraya dipnot düşmek istedim, ama ne yalan söyleyeyim taa çok uzak ülkelerden gelip Türkiye'yi karış karış gezenleri gördükçe kıskançlığımın tuttuğu bir gerçektir. Bu konuda en başarılı olan millet galiba Japonlar ve sanırım bu böylede, geçen yıllarda İstanbula tekerlekli sandalyesiyle gelip Topkapı Sarayı gezen Japonuda gördükten sonrada bu hipotezimi kanıtlamış oldum.
Her ne kadar kimilerine göre daha şanslı olup sadece farklı şehirlerini görmekle kalmayıp yaşama imkanı bulduğum için de babama ne kadar teşekkür etsem az gelecek galiba ama filmin sonuna yaklaşıp hem babamın emeklisine şunun şurasında bir yıl kalması ve üniversitede de öyle okul okul gezemeyeceğimden sanırım artık yerleşik hayata geçme konusunda bir eğilim gösteriyorum bu sebeble görmediğim şehirlere günü birlik geziler düzenlemeye karar verdik ilkini geçen bayram dayımlarla Bursa'ya gerçekleştirtik.
Bugünkü gezimiz ise porselenleriyle tanıdığımız Kütahya'ya..Yanı başımızdaki bu mini minicik şehri görmek bugüne nasip oldu
Çorum'a ait olarak bildiğimiz leblebinin meğer en güzeli en iyisi Kütahya'daymış.Yıllardır Çorumlular bizi kandırmış mı ne?
Dedim ya mini minicik sessiz bir şehir ne yoğun trafiği ne de koşuşturan insanları vardı yollarda (gezimizin sonunda bizim dışımızda tabi)Tek tük sokaklarda gördüğüm kendi halinde insanların kentiymiş burası ama soğuk konusunda Eskişehir'le yarıştığını söylemeden geçemeyeceğim...
Özenle hazırlanmış bir kahvaltının ardından şehri keşfetmeye başladık...Sevgi Yolunda yürüdük ve bu yol bizi Ulu Camiye ulaştırdı. 1410 yılında Yıldırım Beyazıd tarafından yaptırılan bu caminin içinde '' Ey büyük cami,ey velilerin toplandığı yer,seni gece gündüz ziyareet edene müjdeler olsun '' diye yazıyordu.
Ulu Cami'nin içinde şifalı olduğuna inanilan bir de su çıkıyordu her ne kadar tadı bana şebeke suyu gibi gelmiş olsada şifalı olduğu bize söylenendi. Ayrıca camide dikkatimiz çeken bir diğer konu ise çeşmenin üzerine sonradan eklenen disko topuydu.Kübra'ya göre bu parlak disko topunun oraya sonradan eklenilmesinin nedeni cami içine giren kuş gibi kanatlı hayvanları uzaklaştırmak olabilirmiş. Ne de olsa kendisi mimar hanım bize söz söylemek düşmez :))
Gezmek bize yaramamıştı hemen acıkmıştık ve yemek yemek için Hamam-ı Ziyafe'ye gittik. Burası önceleri hamam olarak kullanılılan bir restorandı, oldukça hoş bir atmosferi vardı. Yarenlerimizi (yaren: haşhaşlı bir çeşit gözlemeymiş) yedikten sonra Hürrem ve Kanuni olduk:) Hamam-ı Ziyafe gelen ziyaretçileri için hoş bir süpriz yapıp Altın Odada Osmanlı kıyafetleri ile hatıra fotoğrafı çekinebilecekleri bir ortam yaratmış:) bizde fotoğraf çekinmeye başlamıştık ki tren saatimizin çok yaklaştığı farkettik:s Tabi bizide bir telaş aldı ki sormayın ne de olsa babaannem geç kalmayın diye sıkı sıkı tembihlemişti.Taksi mi otobüs mü diye tartışırken otobüs geldi ve son 2dakika kala Raybüse yetişebildik. Bu arada Raybüs Eskişehir-Kütahya arası yapan bir banliyo treni ve hiç beklemediğim kadar rahat hızlı ve konforlu bir araç.Kış içinde oldukça ideal ne de olsa bu karda kışta en güveniliri demiryolu..Keşke her yere böyle hızlı konforlu tren seferleri düzenlense Atatürk'ün de dediği gibi ''Demiryolları bir ülkeyi medenîyet ve refah ışıklarıyla aydınlatan kutsal bir meşale
Güzel bir gezininde böylelikle sonuna geldik.
sevgilerimle....
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder